Wolfgang Borchert - Geceleri fareler uyur tabii ki...

Özgün adı: Nachts schlafen die Ratten doch - Çeviri: Saliha Gürbüz

Wolfgang Brochert -  Alman şair, oyun ve öykü yazarı. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan, şehirlerin yıkılması, ailelerin dağılması, ve savaş travmaları ile şekillenmiş bir edebiyat türü olan Yıkım Edebiyatı'nın (Almanca: Trümmerliteratur) en tanınmış yazarlarındandır.
D: 20 Mayıs 1921 Hamburg - Ö: 20 Kasım 1947 Basel. 

Tek başına kalmış duvarın boş pencere oyuğu, erken akşam güneşinin mor kırmızı ışıklarıyla dolu esniyordu. Toz bulutu, sarp dizilmiş baca tuğlalarının kalıntıları arasından parıldıyor, yıkıntı yığını uyukluyordu.
Gözleri kapalıydı, aniden ortalık daha da karardı. Birisinin gelip karşısında durduğunu fark etti, sessiz ve karanlık... İşte şimdi yakalandım! Diye geçirdi aklından. Fakat gözlerini hafifçe araladığında, karşısında fakirce bir pantolon giydirilmiş iki bacak gördü. Karşısında oldukça eğri büğrü duran bacaklar. Öyle ki; aradan karşısı görünüyordu. Pantolondan yukarıya doğru bir bakışa cesaret ettiğinde ise; yaşlı bir adam gördü. Elinde bir çakı ile bir sepet vardı ve parmak uçlarına da çamur bulaşmıştı.
Adam: Sen burada uyuyor musun ne? diye yukarıdan aşağı saç yumağı kafaya bakarken sordu. Jürgen, gözlerini kırpıştırarak adamın bacakları arasından görünen güneş ışıklarına bakarken, hayır uyumuyorum, ben burada nöbetteyim dedi. Adam başını eğdi: Demek öyle, bunun için mi böyle kocaman bir sopan var? Evet! Diye cesurca cevap veren Jürgen sopasını sıkıca tuttu.
Neden nöbet tutuyorsun?
Bunu söyleyemem. Elleri ile sopayı sıkıca kavramıştı.
Adam: Para için yapıyorsun, değil mi? Derken, sepeti yere bıraktı ve çakısının çamurunu pantolonuna silerek temizledi. Hayır, hiç de para için değil, dedi Jürgen mahcup. Tamamen başka bir şey için.
Evet, nedir o?
Söyleyemem ne olduğunu, başka bir şey işte.
Öyle olsun söyleme. Ben de sana sepetimin içinde ne olduğunu söylemem. Adam sepeti ayağı ile itti, çakısını kapattı.
Ne olabilir ki sepetin içinde, tahmin edebiliyorum dedi önemsemeyerek. Tavşan yemi.
Evet! Hayret, bildin sen zeki bir çocuksun. Dedi adam, kaç yaşındasın?
Dokuz.
Vay! Demek dokuz yaşındasın. O zaman sen üç kere dokuzun kaç ettiğini de bilirsin. Öyle değil mi?
Tabii ki bilirim, dedi Jürgen, zaman kazanmak için, bu çok basit bir soru. Ve adamın bacaklarının arasından karşıya baktı. Üç kere dokuz değil mi? diye tekrar sordu, yirmi yedi. Hemen bilirim.
Doğru, dedi adam, tam o kadar tavşanım var benim.
Jürgen ağzını yuvarlayarak. Yirmi yedi mi?
Onları görebilirsin, çoğu henüz çok küçük. İster misin?
Ben gelemem, söyledim ya burada nöbetteyim, dedi Jürgen güvensizce.
Her zaman mı? Diye sordu adam. Geceleri de mi?
Gece de... Devamlı. Her zaman. Jürgen çarpık bacaklara, yukarı doğru bakarken. Cumartesi akşamından beri, diye fısıldadı.
Fakat eve gitmiyor musun hiç? Yemek yemen gerekli…
Jürgen bir taşı kaldırdı. Altında yarım ekmek ve bir de teneke kutu vardı.
Sen tütün mü içiyorsun? Diye sordu adam, pipon mu var?
Jürgen sopasını kuvvetlice tuttu ve: Ben sarıyorum, pipoyu sevmiyorum, dedi ürkekçe.
Yazık, dedi adam, sepetine eğildi, tavşanları görebilirdin. Her şeyden önce minikleri… Belki birini kendin için alırdın. Ama sen buradan ayrılamıyorsun.
Hayır, dedi Jürgen üzgünce, hayır, hayır.
Adam sepeti aldı ve doğruldu. Peki, burada kalman gerekiyorsa, yazık… Ve arkasını döndü.
Jürgen çarçabuk, eğer beni ele vermezsen, dedi, farelerden dolayı.
Çarpık bacaklar bir adım geriye atladı: Farelerden dolayı mı?
Evet, onlar ölüleri yiyor. İnsanları... Ölü yiyerek besleniyorlar ya.
Kim söylüyor bunu?
Öğretmenimiz.
Ve sen şimdi fareleri mi bekliyorsun? Diye sordu adam.
Onları değil..! Dedi ve çok sessizce devam etti: Benim kardeşim, yani o bu altta kaldı. Şurada… Jürgen sopası ile duvar yıkıntılarına işaret ediyordu.
Evimize bir bomba düştü ve birden bodrumun ışığı gitti. Ve kardeşim de… Biz ona seslendik de... O benden çok daha küçüktü, henüz dört... O hala bu altta olmalı. O benden çok daha küçük…
Adam yukarıdan aşağı saç yumağı kafaya bakıyordu. Fakat aniden: Sizin öğretmeniniz size farelerin gece uyuduklarını söylemedi mi?
Hayır, diye fısıldadı Jürgen ve birden çok yorgun göründü, hayır bunu söylemedi.
Bu nasıl bir öğretmen, bunu bilmeyen öğretmen mi olur? Gece fareler elbette uyur. Geceleri evine gidebilirsin. Her zaman geceleri uyurlar, hem de hava kararır kararmaz.
Jürgen elindeki sopası ile enkaz yığıntılarının içinde çukurlar açıyordu.
Bunlar küçük, küçük yataklar, diye düşündü, hepsi küçük yatak.
Adam: Biliyor musun? (derken eğri bacakları kıpır kıpırdı) Şimdi ben gidip tavşanlarımı besleyeyim. Hava kararınca da seni almaya gelirim. Belki sana bir tavşan getirebilirim. Küçücük bir tane, ne dersin?
Jürgen enkazın içinde çukurlar kazmaya devam ederek: Birçok küçük tavşan, beyaz, gri, gri-beyaz. Bilemiyorum, dedi sessizce, çarpık bacaklara bakarak, eğer geceleri gerçekten uyuyorsalar...
Adam duvar kalıntılarının üstünden yola atladı. Tabiî ki, dedi. Sizin öğretmen bunu bile bilmiyor ise pılısını pırtısını toplasın gitsin artık.
Jürgen ayağa kalktı ve sordu: Eğer bir tane getirebilirsen, bir beyaz belki?
Ben bir bakarım, diye seslendi adam, giderken. Ama ben gelene kadar burada beklemelisin. Biliyor musun? Seninle birlikte evinize geleceğim ve babana tavşan yuvasının nasıl yapıldığını göstereceğim. Bunu bilmeniz lazım.
Evet, dedi Jürgen, ben bekleyeceğim. Hava kararana kadar durmalıyım zaten. Kesin bekleyeceğim. Ve arkasından bağırarak: Bizim evde tahtalar var. Kasa tahtaları, dedi.
Artık adam söylenenleri duymuyordu. Çarpık bacakları ile güneşe doğru yürüyordu. Adamın bacakları öyle çarpıktı ki, Jürgen kızıllaşmış akşam güneşini elindeki sepeti heyecanla iki yana sallayan adamın bacaklarının arasından görebiliyordu.  Tavşan yemi vardı sepetin içinde, yeşil tavşan yemi. Fakat yemin rengi artık enkazın tozundan griye dönüşmüştü.







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Wolfgang Borchert - Mutfak Saati

André Stern hiç okula gitmemiş 42 yaşında bir çocuk