Wolfgang Borchert - Mutfak Saati

Özgün adı: Die Küchenuhr (1947) Çeviri: Saliha Gürbüz

Wolfgang Brochert -  Alman şair, oyun ve öykü yazarı. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan, şehirlerin yıkılması, ailelerin dağılması, ve savaş travmaları ile şekillenmiş bir edebiyat türü olan Yıkım Edebiyatı'nın (Almanca: Trümmerliteratur) en tanınmış yazarlarındandır.
D:20 Mayıs 1921 Hamburg - Ö: 20 Kasım 1947 Basel. 

Onun uzaktan kendilerine doğru geldiğini gördüler, çünkü dikkat çekiyordu. Çok yaşlanmış bir siması vardı, fakat yürüyüşünden onun henüz yirmi yaşında olduğu anlaşılıyordu. Yaşlı yüzü onlara dönük banka oturdu. Ve onlara elindekini gösterdi.
Bu bizim mutfak saatimiz idi dedi, güneşteki bankın üzerinde oturanların yüzlerine sıradan bakarak. Evet, ben onu buldum, ona bir şey olmamış.
Elinde yuvarlak tabak beyazlığında bir saat tutuyor parmaklarıyla mavi boyalı rakamlarına dokunuyordu.
Değerli bir şey değil dedi, özür diler gibi, bunu ben de biliyorum. Ve çok güzel de değil, beyaz cilalı bir tabak gibi. Fakat mavi rakamlarının çok hoş göründüğünü düşünüyorum. Kolları ise sacdan yapılmış tabii ki. Şimdi onlar da çalışmıyor. Evet. Belli ki bozulmuş, bu kesin. Fakat hala her zamanki gibi görünüyor, çalışmasa da... Parmak ucu ile tabak saatin çevresinde dikkatlice bir daire çizdi ve sessizce: Sadece bu kaldı geriye dedi.
Güneşli bankta oturanlar ona bakmıyorlardı. Biri ayakkabılarına bakıyor, kadın bebek arabasının içine bakıyordu.
Oradan birisi: Her şeyinizi mi kaybettiniz? Dedi.
Evet, evet dedi sevinerek, hem de her şeyi. Sadece bu, bu kaldı. Sanki ötekiler saati hiç görmemiş gibi, onu tekrar
yukarı kaldırdı.
 Fakat o çalışmıyor artık. Dedi bir kadın.
Hayır, hayır, öyle değil. Bozuk, bunu pek ala biliyorum. Fakat her şeyi yine önceki gibi; beyaz ve mavi…Tekrar onlara saatini göstererek, heyecanla; en güzel olanı size söylemedim. En güzelini daha söyleyeceğim. Bakınız saat iki buçukta durmuş. Tam da iki buçukta, bir düşünün! Adam alt dudağını uzatarak, o zaman sizin ev iki buçukta tahrip olmuş diyerek onayladı. Ben bunu daha önce de çok duydum. Bombalar aşağı inerken, saatler dururmuş. Bu basınçtan oluyor.
Kendi saatine bakarak kafasını dalgın, salladı. Hayır, bayım, hayır, burada yanılıyorsunuz. Bunun bombalar ile bir alakası yok. Siz devamlı olarak bombalardan konuşmak zorunda değilsiniz. Hayır. Saat iki buçukta başka bir şey vardı, siz bunu bilmiyorsunuz. Komik olan şu ki; neden dördü çeyrek geçe, ya da yedide durmadı da iki buçukta durdu. İki buçukta ben her zaman eve geliyordum. Gece, demek istiyorum. Aşağı yukarı iki buçukta gelirdim, komik olan burası.
Diğerlerine de bakındı, fakat onlar gözlerini başka tarafa çevirmişlerdi. Onları bulamadı. Bu durumda başını saatine eydi: O zaman hep acıkmış oluyordum, değil mi? Hemen mutfağa giderdim. İşte o zaman hep saat iki buçuk civarında. Sonra annem gelirdi. Kapıyı ne kadar sessiz açsam da, beni her zaman duyardı. Ve karanlık mutfakta yiyecek bir şeyler aradığımda, aniden ışık yanardı. Ve annem sırtında yün hırkası, omuzlarında kırmızı şalı olduğu halde ve yalın ayak, her zaman yalın ayakla karşımda dururdu. Üstelik mutfağımız taş döşeliydi. Onun için ışık fazla geldiğinden, gözlerini kısardı. Çünkü gece idi o çoktan uyumuştu.
‘Yine bu kadar geç’ derdi. Başka hiçbir şey söylemezdi. Sadece: ‘Yine bu kadar geç’. Ve bana akşam yemeğimi ısıtır ve benim yemek yememi izlerdi. Bu arada da ayaklarını birbirine sürterdi, çünkü taşlar çok soğuktu. Geceleri hiç terlik giymezdi. Ve ben doyana kadar yanımda otururdu. Odamın ışığını söndürdükten sonra da tabakları topladığını duyardım. Her gece böyle olurdu ve genelde, hep iki buçukta. Bunu ben çok doğal bulurdum, bana göre annemin, gecenin iki buçuğunda benim için yemek hazırlaması çok doğaldı. Ben bunu çok doğal görürdüm. O bunu hep yapıyordu. Ve ‘yine bu kadar geç’, ten başka bir şey söylemezdi. Bunu her seferinde söylerdi. Ben de bunun böylece sürüp gideceğini, hiç bitmeyeceğini sanırdım. Bana bu o kadar tabii gelirdi ki. Bu her zaman böyle olmuştu.
Kısa bir süre sessizlik oldu bankın üstünde. Sonra sessizce dedi ki: Ne oldu şimdi? Diğerlerine baktı. Fakat onları bulamadı. Dolayısı ile saatin mavi-beyaz yüzüne dönerek sessizce: Şimdi, şimdi anladım ki, o yaşadığım cennetti. Gerçek cennet.
Bankın üstünde şimdi yine sessizlik hakimdi. Kadın sordu: Ve aileniz ne oldu?
Mahcup bir gülümseme ile kadına baktı: Ha, siz benim anne babamı mı sordunuz? Evet, onlar da beraber yok. Hepsi yok oldu. Hepsi, bir düşünün. Hiçbir şey kalmadı. Mahcup gülümseme eşliğinde, her birine bakındı. Fakat kimseyi bulamadı ona bakmıyorlardı.
Yine saati yukarı kaldırdı ve gülüyordu. Gülerek: Sadece bu, bu kaldı. Ve en güzeli de tam da iki buçukta durmuş olması. Tam da iki buçukta.

Artık hiçbir şey konuşmadı. Çok yaşlanmış bir yüzü vardı. Ve yanında oturan adam ayakkabılarına bakıyordu, ama ayakkabılarını görmüyordu. Artık sadece ‘Cennet’ kelimesini düşünüyordu.




Yorumlar

  1. Çok güzel ...duygulandım annem(-iz) geldi aklıma.. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet değil mi anneler fedakar teslimiyetçi bir sabır ile Allah rahmet eylesin...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Wolfgang Borchert - Geceleri fareler uyur tabii ki...

André Stern hiç okula gitmemiş 42 yaşında bir çocuk