Fransızca'dan... Tutkularımız

 JEAN - JACQUES ROUSSEAU - ÈMILE

Fransızca aslından çeviren: Yaşar Avunç

IV. Kitap 

Tutkularımız kendimizi korumanın başlıca araçlarıdır; öyleyse, bunları ortadan kaldırmak istemek boş olduğu kadar gülünç de bir girişimdir. Bu doğayı kontrol etmek, Tanrı'nın yapıtını yeni bir şekle sokmak olur. Eğer Tanrı insana verdiği tutkuları insanın yok etmesini söyleseydi, ister istemez kendisiyle çelişkiye düşmüş olurdu. Hiçbir zaman böyle saçma bir buyruk vermemiştir; insanın yüreğinde de benzer bir şey yazılı değildir ve Tanrı, bir insandan yapmasını istediği şeyi ona başka bir insan aracılığıyla söylemez, kendisi söyler, kendisi bunu onun yüreğinin derinliklerine yazar.(...)

...eğer insanın doğasında tutkular olduğu düşüncesinden yola çıkarak, içimizde hissedip başkalarında da gördüğümüz tüm tutkuların doğal oldukları sonucuna varılsaydı, bu iyi bir düşünme biçimi olur muydu? Bu tutkuların kaynağının doğal olduğu doğrudur, ama binlerce yabancı ırmağın suları bunları kabartmıştır: İçindeki ilk sulardan artık ancak birkaç damla kalmış, durmadan büyüyen bir ırmaktır bu. Doğal tutkularımız çok sınırlıdır, bunlar bizim özgürlüğümüzün araçlarıdır, amaçları yaşamımızı korumaktır; bizi boyunduruğu altına alıp yıkan tüm tutkular bize başka yerlerden gelir; bunları bize veren doğa değildir; biz bunları doğanın zararına özümseriz.

Bizim tutkularımızın kaynağı, tüm öteki tutkuların kökeni ve ilkesi, insanla birlikte doğup onu hiç bırakmayan tek kaynak, özsevgidir. İlkel, doğuştan, her şeyden önce gelen bir tutkudur bu. Tüm ötekiler, bir anlamda olsa olsa bunun değişikliğe uğramış şekilleridir. Bu anlamda da tümü doğaldır denilebilir. Ancak bu değişikliklerin çoğunun yabancı nedenleri  vardır ki bu nedenler olmasa meydana gelmezlerdi. Bu değişiklikler bize yarar sağlamadıkları gibi, zararlıdır da; asıl amaçlarından sapıp ilkelerine aykırı davranırlar; işte o zaman da insan kendini doğa dışında bulur ve kendisiyle çelişkiye düşer.

Öz sevgi her zaman iyidir ve her zaman düzene uygundur.(...)

Demek ki varlığımızı korumak için kendimizi sevmemiz gerekir. Aynı duygunun doğrudan sonucu olarak da bizi koruyan şeyleri severiz. Her çocuk sütannesine bağlanır; Romulus'un kendisini emzirmiş olan dişi kurda bağlanması normaldi. Önce, bu bağlılık tümüyle mekanik tir. Bir kişinin iyiliğine yardım eden şey o kişiyi kendine çeker, bir kişiye zarar veren şey de o kişiyi tiksindirir; bu yalnızca kör bir içgüdüdür. Bu içgüdüyü, duyguya, bağlılığı sevgiye, nefreti de kine dönüştüren, bize zarar verme ya da yararlı olma niyetinin gösterilmesidir.(...)


Birinci Özdeyiş

"İnsan yüreğinde, bizden daha mutlu olanların değil, yalnızca bizden daha acınacak durumda olanların yerine geçme isteği vardır."


Bu özdeyişe karşı istisnalar olsa da, bunlar gerçek olmaktan çok görünüşte kalırlar. Dolayısıyla, insan kendisini bağlandığı zenginin ya da büzüğünzerine koymaz; içtenlikle bağlansa bile, yalnızca onun mutluluğunun bir bölümünü özümser. Kimi zaman, zengin kişi ancak büyük mutsuzluklar içindeyse sevilir; ama mutluluk ve huzur içinde yaşadıkça, gerçek dostu, görünüşe aldanmayan ve onun bu durumuna karşın, onu kıskanmaktan çok ona acıyan kişidir.(...) 


Buradan bir genci insanlığa yönlendirmek için, onu başkalarının parlak talihine hayran bıraktırmak yerine, ona bu talihin üzücü yanlarını göstermek, onu bundan korkutmak gerektiği sonucu çıkıyor. Böyle apaçık bir sonuçla o kendisine kimseninkine benzemeyen bir mutluluk yolu açmalıdır.


İkinci Özdeyiş                                                      

İnsan başkasının mutsuzluklarından, ancak bunlardan kendisini bağışık sanmıyorsa acı duyar.            

Bu dize kadar güzel, derin anlamlı,duygulandırıcı, gerçek hiçbir şey bilmiyorum.    

Neden krallar uyruklarına karşı acımasız oluyorlar? Çünkü hiçbir zaman insan olmayı düşünmüyorlar. Neden zenginler yoksullara karşı sert davranıyorlar? Çünkü yoksul olmaktan korkmuyorlar. Neden soylular sınıfı halkı bu kadar küçük görüyor? Çünkü hiçbir soylu hiçbir zaman halk tabakasından biri olmayacaktır. Neden Türkler genellikle bizden daha insaniyetli, daha konukseverler? Çünkü tümüyle keyfi olan yönetimlerinde, kişilerin büyüklüğü ve talihi her zaman geçici ve sallantıda olduğundan, onlar alçalmaya ve sefilliğe kendilerine yabancı bir durum gibi bakmazlar; bugün yardım ettiği kişinin durumuda yarın her biri düşebilir. Doğu romanlarında durmadan yenilenen bu düşünce, bu romanları okuyanlara bizim o katı ahlak anlayışımızın tüm özentisi içinde hiç rastlanmayan duygulandırıcı bir şey esinler.                                   

Üçüncü Özdeyiş

Başkasının mutsuzluğuna acıma, bu mutsuzluğun çokluğu ya da azlığı ile değil, bu mutsuzluğun acısını çekenlere karşı beslenen duygunun derecesiyle ölçülür. Mutsuz bir insana ancak onun acınacak durumda olduğuna inanırsak acırız. Acılarımızın verdiği fiziksel duygu göründüğünden daha sınırlıdır, ama bunların sürekliliğini bize hissettiren bellek, bunları geleceğe yayan hayal gücüyüzünden, bunlar bizi gerçekten acınacak duruma getirirler. Bizi insanların acılarından daha çok hayvanların acılarına karşı katı yapan nedenlerden biri budur diye düşünüyorum; elbette ortak duyarlılığımız bizi onlarla da özdeşleşmek zorunda bırakır ama olsun. Ahırda duran bir arabacı atına acımayız, çünkü onun otunu yerken, daha önce yemiş olduğu darbeleri ve kendisini bekleyen yorgunlukları düşündüğünü sanmayız. Otlarken gördüğümüz bir koyuna da, yakında öldürüleceğini bildiğimiz halde acımayız; çünkü yazgısını önceden bilmediğini düşünürüz. Bu düşünceyi genişletecek olursak, insanların yazgısı karşısında da duygusuz kalındığını ve zenginlerin yoksulları hiçbir şey hissedemeyecek kadar budala saymakla, onlara yaptıkları kötülüklerden teselli buldukları söylenebilir.

-------

Yazar ne de güzel dile getirmiş; tutkularımız ve Yaratan'ın buyruk ve dileği hakkında düşüncelerini. Bize de okumak ve üzerinde düşünmek kalmış.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Wolfgang Borchert - Geceleri fareler uyur tabii ki...

Wolfgang Borchert - Mutfak Saati

André Stern hiç okula gitmemiş 42 yaşında bir çocuk