Fransızca'dan...Eğitim'e ilişkin...


Eğitim'e ilişkin...


Emilié Jean - Jacques Rousseau


Fransızca aslından çeviren: Yaşar Avunç
I. Kitap

Çocuk kendi benliği içinde düşünüldüğünde, dünyada çocuktan daha zayıf, daha zavallı, bütünüyle çevresine daha bağlı ve acımaya, özene, korunmaya bu kadar muhtaç bir başka varlık var mıdır? Kendisine yaklaşan herşeyin zayıflığıyla ilgilenmesi, ona bir an önce yardım etmesi için gayet hoş bir çehre ve duygulandırıcı bir hal sergiler görünmüyor mu? Öyleyse, buyurgan ve dik kafalı bir çocuğun, çevresindeki her şeye kumanda ettiğini ve onu ölüme terk etmeleri için yüzüstü bırakmaları yeterli olacak kişilere karşı küstah bir efendi edasıyla davrandığını görmekten daha güce giden, düzene bundan daha aykırı ne vardır? (...)
 
Çocuklarla birlikte akıl yürütmek Locke'un büyük ilkesiydi. Bugün en çok rağbette olan ilke budur. Bununla birlikte, başarısı bu ilkeye itibar edilmesi için çok önemli bir özellik gibi görünmüyor ve kendi açımdan, birlikte akıl yürütülen bu çocuklardan daha budalasını tanımıyorum. İnsanın tüm yetileri içinde sanki hepsinin bir birleşimi olan akıl en geç ve en güç gelişen yetidir ve tüm yetileri geliştirmek için de onu kullanmak isteriz! İyi bir eğitimin başyapıtı akıllı bir insan yaratmakken, bir de çocuğun akılla yetistirileceği ileri sürülüyor! Bu, sondan başlamak demektir; işi alet yerine koymak istemektir. 


Çocuklar laf anlasalardı, yetiştirilmeye gereksinimleri olmayacaktı; ama onlara küçük yaşlardan başlayarak hiç anlamadıkları bir dille konuşulursa, birtakım sözcüklerle yetinmeye, kendilerine her söyleneni kontrol etmeye, kendilerini öğretmenleri kadar bilge sanmaya, kavgacı ve dik kafalı olmaya alıştırılmış olurlar ve onlardan mantıklı nedenlerle elde edilmesi düşünülen her şey, bu nedenlere her zaman eklemek zorunda kalınacak aşırı istek, korku ya da övüngenlik gibi nedenlerin zoruyla elde edilebilir. (...)    


 Çocukları yetiştirme işine karışıldığından bu yana, onları yönetmek için rekabet, kıskançlık, heves, kendini beğenmişlik, açgözlülük, alçakça korku, kısacası en tehlikeli tutkular dışında,en çabuk coşan ve daha vücut bile oluşmadan ruhu çarçabuk bozan tutkular dışında başka bir araç düşünülmemiş olması çok tuhaftır. Onların kafalarına sokulmak istenen her erken bilgiyle yüreklerinin derinlerine bir kötülük ekilir; akılsız öğretmenler onlara iyiliğin ne olduğunu öğretmek isterken onları kötü yaparak harikalar yarattıklarını düşünür, sonra da ciddi ciddi, işte adam dediğin böyle olur derler. Evet, sizin yetiştirmiş olduğunuz adam böyle olur! 


 Biri dışında tüm araçlar denendi . Tam da tek başarılı olabileni, yani iyi ayarlanmış özgürlük. Çocuğu yalnızca olanaklının ve olanaksızın yasalarıyla istenilen yere götürmek bilinmiyorsa, onu yetiştirme işine karışmamak gerekir. Çocuk, hem olanaklının hem de olanaksızın alanını bilmediği için, bu alanlar onun çevresinde istendiği gibi genişletilip daraltılır. Hormurdanmasına meydan vermeden, yalnızca zorunluluğun bağıyla bağlanır, ileri itilir, geri çekilir. Yalnızca şeylerin gücüyle, içinde hiçbir kötülük filizlenme fırsatını bulamadan, yumuşak, uysal kılınır: Çünkü tutkular, hiçbir etkileri olmadıkça, canlanmazlar. 


 Öğrencinize hiçbir şekilde sözlü ders vermeyin; o, derslerin yalnızca deneyimini almalıdır; ona hiçbir türlü ceza da vermeyin, çünkü kabahatli olmanın ne olduğunu bilmez; ona hiçbir zaman af diletmeyin,çünkü o sizi kırmayı beceremez. Eylemlerinde her türlü ahlak anlayışından yoksun olduğundan,ahlak açısından kötü olan ve ne cezayı ne de azarlanmayı gerektiren hiçbir şey yapamaz. 


 Bu çocuğu öteki çocuklarımızla kıyaslayıp değerlendiren okuru şimdiden ürkmüş görüyorum: Yanılıyor. Öğrencilerinizi sürekli olarak içinde bıraktığınız sıkıntı onların canlılığını azdırır; sizin gözlerinizin önünde ne kadar sıkıntılı kalırlarsa, bu durumdan kurtulur kurtulmaz o ölçüde ele avuca sığmaz olurlar; elbette onlara uyguladığınız o sert baskıyı ellerinden geldikçe dengelemeleri gerekir. Kentli iki öğrenci bir ülkeye tüm bir köyün gençlerinin vereceğinden daha çok zarar verir. Bir küçük beyefendi ile bir küçük köylü çocuğunu bir odaya kapatın; ikincisi daha yerinden kımıldamadan, birincisi her şeyi devirip kıracaktır. Neden? Şu ki, biri bir serbestlik, bir izin zamanını kötüye kullanmakta acele ediyor, oysa her zaman özgürlüğünden emin olan öteki bu zamanı kullanmak için hiç acele etmiyor.


 Bununla birlikte, çoğu zaman pohpohlanmış ya da terslenmiş köylü çocukları da benim onların içinde bulundurulmalarını istediğim durumdan çok uzaklar. Doğanın ilk hareketlerinin her zaman doğru olduğunu kaçınılmaz ilke olarak ortaya koyalım: insanın yüreğinde doğuştan ahlak bozukluğu hiç yoktur. Nasıl ve nereden yüreğimize girdiğini söyleyemeyeceğimiz tek bir kötülük bulunmaz. İnsanın tek doğal tutkusu kendine olan sevgisi ya da özsaygıdır. bu özsaygı kendiliğinden ya da bize bağlı olarak iyi ve yararlıdır ve başkasıyla hiç zorunlu ilişkisi olmadığından, bu açıdan doğal olarak ilgisizdir; nasıl uygulandığına ya da ona bağlanan ilişkilerin ne olduğuna göre iyi ya da kötü olur. Özsaygının rehberi olan sağduyu ortaya çıkana dek, çocuğun, görülüp işitilmek için herhangi bir şey yapmaması, kısacası başkalarına bakarak hiçbir şey yapmaması, yalnızca doğanın kendisinden istediğini yapması önemlidir; o zaman iyilikten başka bir şey yapmayacaktır.


Hiç zarar vermeyecek, kendini hiç yaralamayacak, elinin altında olsa değerli bir eşyayı kırmayacaktır demek istemiyorum. Kötülük etmeksizin birçok kötülük yapabilir, çünkü kötü bir eylem zarar verme düşüncesine bağlıdır, ama onun hiçbir zaman böyle bir niyeti olmayacaktır. Bir kez böyle bir niyet beslese her şey zaten mahvolur; neredeyse çaresizce kötü olur. (...)

Aldığınız önlemlere karşın çocuğunuz düzeni bozan bir şeyyapmışsa, yararlı bir eşyayı kırmışsa, onu kendi ihmalinizden dolayı cezalandırmayın, hiç azarlamayın, bir tek kınama sözü işitmesin, sizi üzdüğünü birazcık bile olsa görmesine izin vermeyin, özellikle de o eşya kendiliğinden kırılmış gibi davranın; kısacası hiçbir şey söylememeyi başarırsanız, çok şey yapmış olduğunuza inanın.


Burada tüm eğitimin en büyük, en önemli,en yararlı kuralını açıklamak cesaretini göstereyim mi? Bu, zaman kazanmak geğil, zaman kaybetmek olur. Siz halktan okurlar, benim aykırı düşüncelerimi bağışlayın. İnsan iyi düşündüğünde, ne derseniz deyin, böyle düşünceleri de olmalı, ben aykırı düşünceli bir adam olmayı ön yargılı bir adam olmaya yeğlerim. İnsan yaşamının en tehlikeli dönemi, doğumdan on yaşına kadar geçen zamandır. Yanlışlar ve kötülükler bu zaman dilimi içinde filizlenirler, bunları yok etmek için de insanın elinde hiçbir çare yoktur; çare ortaya çıktığında ise kökler öyle derine inmiş olur ki bunları söküp atmanın zamanı geçmiştir. Eğer çocuklar, süt çocuğu iken ansızın olgunlaşmış olsalardı, verilen eğitim onlara uygun olabilirdi; ama doğal gelişme gereği, tümüyle tersi bir eğitime gereksinimleri var. Ruh, tüm yetilerine sahip oluncaya kadar, çocuklar onu hiç kullanmamalı; çünkü kör olduğu halde ona uzattığınız meşaleyi görmesi ve düşüncelerin o uçsuz bucaksız ovasında çok iyi gören gözler için aklın henüz belli belirsiz çizdiği yolu izlemesi olanaksızdır.


Dolayısıyla ilk eğitim tümüyle olumsuz olmalıdır. Erdemi ve gerçeği öğretmek değil, yüreği kötülüğe karşı, zihni yanlışa karşı korumak üzerinde yoğunlaşılmalıdır. Eğer hiçbir şey yapmamak, hiçbir şeyin  yapılmasına da izin vermemek elinizde ise; öğrencinizi daha sağ elini sol elinden ayıramadan sağlıklı ve sağlam olarak on iki yaşına kadar götürebiliyorsanız, ilk derslerinizden itibaren, idrak gücü akla açık olcaktır; henüz önyargısız ve alışkınlık kazanmamış olduğundan, emeklerinizi boşa çıkaracak hiçbir şey bulunmayacaktır. Yakında elinizde insanların en bilgesi olacak ve hiçbir şey yapmamakla bir eğitim harikası yaratmış olacaksınız.


Alışkıların tersini yaparsanız neredeyse her zaman iyisini yapmış olursunuz. Bir çocuk çocuk değil de allame yapılmak istendiği için, babalar ve öğretmenler azarlamaya, düzeltmeye, kınamaya, pohpohlamaya, tehdit etmeye, söz vermeye, bilgilendirmeye, akıldan söz etmeye ne kadar erken başlasalar azdır(!)


İnsanın çeşitli yetilerini aynı içgüdü uyandırır. Gelişmek isteyen vücudun etkinliğinin yerini bilgilenmek isteyen zihnin etkinliği alır. Önceleri çocuklar kıpır kıpırdır, yerlerinde duramazlar; sonra meraklı olurlar ve iyi yönetilen bu merak şimdi konumuz olan yaşın devindirici gücüdür. Doğadan gelen eğilimlerle düşünceden gelen eğilimleri her zaman ayıralım. Yalnızca çok bilen biri olarak görünme arzusundan kaynaklı büyük bir bilme isteği vardır; bir başka büyük istek daha vardır ki o da insanın kendisini yakından ya da uzaktan ilgilendirebilen her şeye karşı doğal merakından ortaya çıkar. Doğuştan gelen mutluluk arzusu ve bu arzuyu tam olarak tatmin etmenin olanaksızlığı, onu durmadan bu amaca yardımcı olacak yeni çareler aramaya itiyor.

Merakın ilk ilkesi budur; insan yüreği için doğaldır, ama ancak tutkularımıza bu bilgilerimize oranla gelişir. Aletleri ve kitaplarıyla ıssız bir adaya sürülmüş bir filozof var sayınız; adam orada geri kalan ömrünü tek başına geçireceğinden emin olduğu için, artık ne dünya kuramını, ne çekim yasalarını, ne diferansiyel hesabını düşünecektir: Belki de ömrü boyunca tek bir kitap bile açmayacak, ama adası ne kadar büyük olsa da, onu en ücra köşesine kadar gidip görmekten geri durmayacaktır. Öyleyse, insan için doğal tatta olmayan bilgileri ilk olarak incelemeyi bırakıp iç güdünün bizi aramaya ittiği bilgilerle yetinelim. (...)
 

Şu dünyadan ne kadar çabuk göçüyoruz! Yaşamın ilk dörtte biri tadını çıkarmasını bilemeden; son dörtte biri de artık tadını çıkaramaz olduktan sonra geçip gidiyor. Önce, yaşamasını bilmiyoruz, çok geçmeden de bilecek gücümüz kalmıyor. Bu iki yararsız ucu ayıran arada ise zamanın geriye kalan dörtte üçü uykuyla, acılarla, zorlamalarla, her türlü zahmetle geçiyor. Yaşam kısa, ama az sürdüğü için değil, daha çok bu kısalık içinde onun tadına varacak neredeyse hiç zaman bulamadığımız için. Ölüm anının doğum anından uzak olması boşunadır, aradaki alan iyi doldurulmadıkça yaşam her zaman çok kısa sürer.

Sanki iki defada doğuyoruz: Birinci defa var olmak, ikinci defa yaşamak için. Birinci defa türümüz, ikinci defa cinsiyetimiz için. 


Ama genelde insan her zaman çocuklukta kalmak için yaratılmamıştır. Doğanın saptadığı zamanda çocukluktan çıkar ve o bunalım dönemi, çok kısa sürmesine karşın, uzun süre etkili olur.

Denizin uğultusu nasıl fırtınadan çok önce duyulursa, bu fırtınalı değişiklik de doğmakta olan tutkuların uğultusuyla kendini belli eder. Bu gizli coşku tehlikenin yaklaştığını haber verir. Huy değişikliği, sık sık öfkelenmeler, sık sık öfkelenmeler, sürekli zihinsel çalkantı, çocuğu neredeyse disiplin altına alınamaz yapar. Uysallığa davet eden sese kulak asmaz olur: Kükreyen bir aslan kesilmiştir; kendisine yol göstereni tanımaz, artık yönetilmek istemez.

Değişen bir huyun tinsel belirtilerine yüzdeki belirgin değişiklikler eklenir. Yüz ifadesi gelişir ve bir karakterin izini taşır; yanaklarının altında çıkan seyrek ve yumuşak tüyler yanaklarını esmerleştirir ve sertleşir. Sesi değişir, daha doğrusu sesini yitirir, ne çocuk ne de yetişkindir, ikisinin de havası yoktur. O zamana dek hiçbir şey dile getirmemiş ruhun organları olan gözleri bir dile ve anlatıma kavuşur; bir ateş onları canlandırır. (...)



 Emilié Jean - Jacques Rousseau

Fransızca aslından çeviren: Yaşar Avunç

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Wolfgang Borchert - Geceleri fareler uyur tabii ki...

Wolfgang Borchert - Mutfak Saati

André Stern hiç okula gitmemiş 42 yaşında bir çocuk