Hediyelik Beş Mark - Das Fünfmarkstück
HEDİYELİK BEŞ MARK
Çeviri: Saliha Gürbüz
Kızmak Hafif Kalır
Kıvrak Olmak
Yetiştirme yurdunun uzun koridoru sessizdi, o anda. Koridora açılan oda kapılarının hiçbirinin ardında gülüşme, tartışma ve
küfürleşme yoktu. Hava sıcaktı, herkes sahilde, suya dalıyor ya da kumdan
kaleler yapıyordu. Michi parmaklarının ucuna basarak yürüdü. Eğer odalardan
birinde birisi kalmışsa bu sessizlikte onun adımlarını duyabilirdi.
İşte 12 Numaralı oda! Beş gün oldu Michi, Andi, Tom ve Mücke
bu odada kalıyorlar. Michi elini kapının koluna attığında, terlemesi iyice
arttı. Sıcaklık öylesine fazlaydı ki, sanki bina çıtırdamaya başlayacakmış gibi
hissediliyordu. Oysa Michi şu an içi yandığı için terliyordu.
Michi kimsenin gelmediğinden emin olmak için, koridora
tekrar hızlıca bir göz attı, kapının kolunu bastırdı ve açılan kapının
aralığından başını içeriye doğru uzattı. İçeride kimse yoktu. Andi, Tom, Mücke
ve kendisinin yatakları sabah bıraktıkları gibi düzgünce duruyordu.
Michi dikkatlice odaya daldı ve kapıyı arkasından kapattı.
Sonra Andi’nin dolabına koştu ve dolabı açtı. Aklını kaçırmış gibiydi, kalbi
çok hızlı atıyor, sıcaktan bunalıyordu.
İşte orada! Hiç kimsenin değilmiş gibi duruyor. Sabah
yataklarını toplarlarken, Andi’yi parasını kumsalda kaybetmemek için dolabına
bırakırken görmüştü. Andi’nin annesi ona her zaman böyle çok para yollar, o da
herkese gösterir, hava atardı.
Almalı mı, yoksa almamalı mıydı?
Michi hala düşünüyordu, fakat aniden atılıp aldı. Ani,
kıvrak bir kapıştı, bu arada kalbi daha da hızlı çarpmış ve içindeki sıcaklık
daha da artmıştı. Elindeki beş markı(1) sıkıca tutmuş ve elini yumruk yapmıştı.
Bu parayı Andi’ye geri verecek, kesinlikle geri verecekti.
Bu yapmış olduğu, hırsızlık değildi. Bu beş markı sadece borç olarak alıyordu,
başka bir şey değil.
Koridordan ayak sesleri geliyordu. Hızlıca dolabın kapısını
kapattı, fakat korku ile fazla gürültü çıkarmıştı. Ve aniden kapıda Tom
göründü, afallamış gözlerle ona bakıyordu.
Burada ne yapıyorsun? Diye sordu. “ Andi’nin dolabını mı
karıştırdın?” Michi sadece başını sallayabildi, konuşamıyordu. Tam da bu
hareketi onu ele veriyordu.
“Elinde ne saklıyorsun sen?” deyip Tom Michi’nin yumruğunu
yakaladı, elini açtırmak için uğraşıyordu, fakat Michi yumruğunu sıkıyordu.
“Beni rahat bırak!” diye bağırdı Michi.
“Benim ne yaptığım seni hiç ilgilendirmez.”
“Elinde ne var? Elini aç! Haydi!” Tom Michi’nin yumruğunu
hırsla açmaya çalışıyordu. Heyecan içinde Michi’yi dolaba doğru itti ve aniden
Michi’nin eli isteği dışında açıldı, beş mark yere düştü. Yerde yuvarlanarak
Mücke’nin yatağının altına girdi.
“Ben…” kekeledi Michi. “Ben…”
Devam edemedi, Tom artık her şeyi anlamıştı. “Sen bir
hırsızsın” dedi. “Çok rezil bir hırsız. Sen Andi’nin parasını çalmak istedin.”
“Hayır!” diye bağırdı Michi, ve sessizce: “Ben… Ben… Ben
sadece borç almak istedim.”
“Bana masal anlatma, bana anlatma.” Tom Mücke’nin yatağının
altına eğildi, parayı aradı buldu.
Ciddi bir yüz ifadesi ile cebine yerleştirdi ve odadan
çıkarken, Michi Tom’un peşinden koştu ve onu yakaladı.
“Nereye gidiyorsun?”
“Bayan Lohmann’a.”
“Hayır! Bunu yapamazsın.”
“Önce çalarsın, sonra viyaklarsın!” dedi Tom.“Böyle kolay
kurtulabileceğini mi sanıyorsun?
“Sen çalarsın ve sana hiçbir şey olmaz mı sanıyorsun?”
Korku içinde Michi Tom’u kapıdan uzaklaştırdı. Tom ile
konuşmak istiyordu, beş markı tekrar yerine bırakması için onu ikna etmek
istedi. Tom bir şey söylemezse kimsenin haberi olmayacaktı. Fakat Tom Michi’yi
yanlış anladı. Onunla dövüşerek, ondan kurtulmak istiyordu. Yere düştüler, alt
üst yuvarlanıyorlardı. Ve bir ara Tom Michi’nin yüzüne bir yumruk attı.
Michi’nin birkaç saniyelik şaşkınlığını fırsat bilen Tom
kurtuldu. Ama Michi tekrar onun üzerine atıldı. Artık o da Tom’un karnına,
yüzüne yumrukları indiriyor ve Tom da karşılık veriyor, kendini
savunuyordu. İnatla dövüşmeye devam
ettiler. Michi birden güçsüz kaldı.
“Defol!” diye bağırdı
Michi. “Beni ele ver bakalım, eline ne geçecek.”
Tom elinin arkasıyla burnunu sildi. Burnu kanıyordu. Ve
Michi’ye sert bakarak: “Nihayet senden kurtulacağız belki de. Zaten senin gibi
birisi ile ne anlamı var ki” dedi.
K -Kaufmann Gibi
Bayan Lohmann evrak dolabının önünde durmuş, dosyalardan
birinin sayfalarını çeviriyordu. Bu arada kaşları çatılmıştı. Masasının önünde
duran Michi’ye hiç bakmıyor ve konuşmuyordu.
Bayan Lohman’ın yurt çocukları hakkındaki notları ve
kayıtları içeren dosyaları öğrenci yurduna da getirmiş olmasından dolayı Michi
şaşkınlık içindeydi. Bayan Lohman’ın burada da herkesin hakkında her şeyi
bilmesi mi gerekiyordu? Açmış olduğu dosyanın üzerinde kalın siyah bir K harfi
vardı, bu, soyadı K ile başlayan çocuklar hakkında bilgiler bulunan dosya
demekti bu. Bu durumda kendisine ait kayıtlar da; çünkü soyadı Kaufmann,
Michael Kaufmann idi.
Michi kendi dosyasını bir keresinde görmüştü, bu Noel’den
kısa süre önce bir gündü, ninesinin öldüğü ve ninesinin komşusunun onu yuvaya
teslim ettiği gündü. O gün de dosya Bayan Lohmann’ın önünde duruyordu. Fakat o
gün böyle sert bakmıyordu, tam tersine, o gün Michi’ye çok tatlı bakmıştı. Ve o
bakışın nedenini de biliyordu; ona acıdığı için öyle tatlı bakmıştı. Bir
çocuğun anne babası hayatta değilse ve de yanında kalabileceği bir ninesi de
yok ise, o çocuğa herkes acır ve sevgi dolu davranırdı. Fakat bu artık değişti,
bu sadece başlangıçta böyle idi. Bayan Lohmann öksürdükten sonra: “Altı aydır
bizde olmana rağmen senin dosyanın diğer çocuklarınkinden daha kalın olduğunu
biliyor musun?”diye sordu.
Michi’nin bundan haberi yoktu fakat bunun böyle olacağını
tahmin edebiliyordu. Diğer eğitimciler ve de Bayan Lohmann her zaman onun
hakkında çok şikâyet buluyorlardı. Çoğu zaman da tavırlarıyla haklıydılar. O
bunu biliyordu, ama durumu düzeltmek için de bir şey yapamıyordu. Hep ani
gelişiyordu olaylar, ne yaptığını düşünemeden olay gerçekleşmiş oluyordu.
Mesela Noel’de olduğu gibi; burada kutlamalar esnasında, bir Noel şarkısının
ortasında kendi tabağını yere boşaltmış ve kaçmış gitmişti. Ancak bahçe
kenarından atladıktan sonra kendisini yakalayabilmişlerdi.
Ve sonra etrafına toplanıp sanki ender bulunan bir hayvanmış
gibi onu izlemişlerdi. O da kendisini aynen öyle hissetmişti. O zaman Bayan
Lohmann kızmamıştı, üstelik onun kaçışını anlayışla bile karşılamıştı. Çünkü
henüz üç gündür yuva çocuğuydu. Fakat yılbaşında kızmıştı Bayan Lohmann. O gün Michi
kendisini tuvalete kilitlemiş ve Bayan Lohmann’ın kapı önünde dikilip sürekli
yalvarmasına karşılık yine de dışarı çıkmamıştı.
Nihayet Bayan Lohmann: “Neden yaptın bunu?” diye sordu.
Michi açık pencereye doğru baktı. Dışardan gürültü
geliyordu. Yüzen çocukların gürültüsü sürekli artıyordu. Güzel hava onları
neşelendirmişti.
Fakat Bayan Lohmann’ın odasına giren göz kamaştırıcı güneş,
daha çok rahatsız edici idi.
Sürekli Bayan Lohman’ın bilmek istediği şey, bunu neden
yaptığıydı. Bunu çoğu zaman kendisi de bilemezdi. Noel kutlamaları esnasında o
kalabalığın içinde bulunmaya tahammülü kalmamıştı. Yılbaşı kutlamalarında da
oraya hiç gitmek istememişti zaten. Fakat nedenini kendisi de bilmiyor. Belki,
diğerlerinden korktuğu için, belki, onlardan daha farklı olduğu için, belki de
onu sevmedikleri için. Ama beş markı neden aldığını biliyor. Böylesine
utanmasaydı bunu Bayan Lohmann’a söyleyebilirdi.
“Benden anlayış bekliyorsan, bana her şeyi söylemelisin.”
Diyerek yuva yöneticisi Bayan Lohmann Michi’yi zorlamaya devam ediyordu.
“Ben, ben Andi’ye geri verecektim… Bir sonraki
harçlığımdan.”
“Yani sen bu beş Mark’ı sadece ödünç aldın öyle mi?”
Michi başını eğdi.
“Andi’ye neden sormadın?”
“Çünkü… Çünkü o bana kesinlikle vermeyecekti.”
Bayan Lohmann dosyayı yerine koydu ve oturdu. Ve Michi’ye
oturması için başı ile işaret etti. Michi de dikkatlice sandalyenin ön kısmına
oturdu.
“Ve bu parayla ne yapmak istedin?”
Michi sessizce durdu. Bunu söyleyemezdi.
“Biliyor musun?” Bayan Lohmann elindeki kalemi ile oynayarak.
“ Burada bana inanılmaz bir hikaye anlatıyorsun ve benden buna inanmamı
bekliyorsun. Fakat gerçekten ne olduğunu bana anlatmak istemiyorsun.”
Michi Bayan Lohmann’ı severdi. Yalnız bunu ona hiç
göstermedi, fakat onu gerçekten seviyordu. Ama yine de beş mark ile ne yapmak
istediğini kimseye söylemek istemiyordu, -en iyi arkadaşına bile, tabi ki iyi
bir arkadaşı olsaydı.
Bayan Lohmann elindeki kalemi bir kenara bıraktı, yazı
masasının etrafını dolaşıp Michi’nin önüne oturdu. Böylece Michi ondan uzun
olmuş oldu ve ona yukardan aşağı bakabiliyordu. Michi’nin ellerini avuçlarına
aldı ve sıkıca tuttu. Ve çok sessizce sordu: “Senin neyin var? Neden devamlı
sorun çıkarıyorsun?” Ve ona çok sık söylediği o cümleyi; Onun bir çocuk
bakımevinde yaşadığını ve kendi başına olmadığını, tekrar etti. “Diğerlerinin
başına da kötü şeyler geldi. Andi’ye bak. Andi’nin babası onu öyle dövdü ki,
Andi’yi ondan almak zorunda kaldık. Ve Andi’nin annesi onunla hiç ilgilenmedi.
Şimdi artık vicdanı rahatsız oldu da ona para gönderiyor. Çok, çok fazla
gönderiyor. Ya da Tom’a bakalım. Tom da anne babasını bir trafik kazasında
kaybetti, aynı senin gibi. Ve o şimdi yalnız, aynı senin gibi. Veya Mücke’yi
ele alalım. Mücke anne babasını hiç tanıyamadı. Annesi onu çok küçükken hiç
tanımadığı yabancı bir kadına vermiş ve hemen geri geleceğine söz vermiş. Ve
annesi hiç de gelmedi, pek güzel bir çocuk olmadığı için de Mücke’yi kimse
almak istemedi.”
Bayan Lohmann Michi’ye bakıyor. Sözlerinin onu nasıl
etkilediğini bilmek istiyordu. Fakat Michi sadece önüne bakıp duruyordu.
Bayan Lohmann üzgünce: “ Michael, sen arkadaşlar
edinmelisin,” dedi.”Arkadaşsız yaşanmaz. Fakat nasıl bulacaksın bu arkadaşları,
böyle kendini dışlarsan ve bir de bu kişilerin eşyalarını çalarsan?”
Bayan Lohmann Michi değil Michael demişti. Fakat Andi’ye
hiçbir zaman Andreas, Tom’a Thomas, Mücke’ye de Bernd dememişti.
“Bana yine de gerçeği söylemek istemiyor musun? Sen tekrar
düşün.” Bayan Lohmann pencerenin yanına dikilerek, güneşin dışarıdan gelen
parlaklığına doğru baktı. “Düşündükten sonra bana tekrar gelebilirsin” dedi.
Bu koyda kimse onu göremezdi. Burada bu harika yalnızlık
içinde kalıp, düşüncelere dalabilirdi. Michi eskimiş biraz da çürümüş kayık
iskelesinin üzerine oturmuş ve şimdi gölün öteki kıyısında bulunan çocuk
yuvasına doğru dalgın bakıyordu.
İşte karşıda yüzüyorlar, sevinç içinde, gürültü
yapıyorlardı. Bu arada çoktan her şeyi öğenmiş olmalılardı, fakat bu onların
umurunda değildi, oyunlarına devam ediyorlardı. Sanki Michi onlardan biri
değilmiş gibi. Evet, Michi onlardan biri değildi. …
Michi bir ateş böceği gördü, onun incecik yanardöner
kanatları ile uçup bir nilüferin üzerine konuşunu, sonra da sazlığın içine bir
yerlere uçarak gözden kayboluşunu izledi.
Michi kıpırdamadan duruyordu. Aniden tuhaf bir hisse
kapıldı, tarif edemeyeceği bir duyguydu bu. Sırtından yukarı doğru gelip,
boğazına sımsıkı oturdu. Sanki aniden dünyada yapayalnız kalmış gibi bir his...
Uzun bir süre hareketsiz öylece durdu, birden yalnızlığı ona korku verdi. Boylu boyunca köprünün üstüne uzandı ve gölün sularını seyretmeye başladı. Köprünün yemyeşil yosunlarla sarılmış direğinin etrafında sürü ile küçük balıklar dolaşmaktaydı. Çok minikler, akvaryum balıkları kadar küçükler; ama çok sayıda, kesin yüzden fazla, belki de bin… Michi balıkları saymaya çalıştı, fakat hemen vazgeçti; çünkü balıklar köşe kapmaca oynar gibi karmakarışık, birbirlerini kovalamaktaydılar
Bir adam yaklaşıyordu küçük köprüye. Adamın üzerinde eskimiş bir kot pantolon ve cepleri iyice dolu yeşil bir gömleği vardı. Adam pek genç değildi. Azalmış ve beyazlamış saçları, iri ve biraz da kızarmış bir yüzü vardı. Sırtında sırt çantası, sol elinde balık oltası, sağ elinde bir kova taşıyordu.
Adam “merhaba” dedi, Michi de başıyla selamladı. Kovasını yere, oltasını da onun yanına bıraktı.
Bir balıkçı! Bu adam belli ki burada balık tutacak. Michi hemen zıplayıp kalktı, hızlıca adamın yanından geçerek tahtalardan inip uzaklaşırken, adam da sırt çantasını çıkarmakla meşguldü.
“Ne oldu?” dedi şaşkın. “Neden gidiyorsun? Senin bana bir zararın yok. Sadece sessiz dur yeterli...
Bir adam yaklaşıyordu küçük köprüye. Adamın üzerinde eskimiş bir kot pantolon ve cepleri iyice dolu yeşil bir gömleği vardı. Adam pek genç değildi. Azalmış ve beyazlamış saçları, iri ve biraz da kızarmış bir yüzü vardı. Sırtında sırt çantası, sol elinde balık oltası, sağ elinde bir kova taşıyordu.
Adam “merhaba” dedi, Michi de başıyla selamladı. Kovasını yere, oltasını da onun yanına bıraktı.
Bir balıkçı! Bu adam belli ki burada balık tutacak. Michi hemen zıplayıp kalktı, hızlıca adamın yanından geçerek tahtalardan inip uzaklaşırken, adam da sırt çantasını çıkarmakla meşguldü.
“Ne oldu?” dedi şaşkın. “Neden gidiyorsun? Senin bana bir zararın yok. Sadece sessiz dur yeterli...
Yorumlar
Yorum Gönder